27 Mayıs 2018 Pazar

İyi Niyet, Kötü Kısmet: Tarih Müfredatı

27 Mayıs 2018 Pazar günü, Tarih Vakfı'nın Ulus Musevi Lisesi'nde düzenlemiş olduğu Tarih Eğitimi ve Barışın Dili isimli projenin final otrumuna, Özel Alev Lisesi'nde okuyan ve bu projede yer alan kız kardeşimi izlemek için seyirci olarak katıldım. 

Bu projenin kapsamı, kimi vakıf okullarından ortaokul ve lise düzeyindeki öğrenci gruplarına birer çalışma konusunun verilmesi ve 1 sene boyunca bu konunun etüt edilerek sunulmasıydı. Seminerin dışında okul binası içerisinde her bir grubun bir mini standı vardı ve araştırmalarını (broşür ve özetlerle) burada sergilediler.

Konuları ilk öğrendiğimde, açıkçası dehşete uğradım. Ortaokul ve lise düzeyindeki öğrencilere verilen konular, 1964 Rum Mübadelesi, Kıbrıs Barış Harekatı, 1934 Trakya Sorunu, Dersim Olayları, 1980 Darbesi, 6-7 Eylül Olayları, Kırım Tatarlarının Sürgünü, Çok Partili Hayata Geçiş, Çerkez Ethem, Lozan Barış Antlaşması, Kore Savaşı, Türkiye'de Kadınların Seçme ve Seçilme Hakkı, Varlık Vergisi, İstiklâl Mahkemeleri, "Vatandaş Türkçe Konuş!" kampanyası ve Köy Enstitüleri gibi, lisans dönemi için bile oldukça ağır kaçacak, ciddi ve ihtilaflı meselelerdi. 

Elbette ki bu yaştaki öğrencilerden beklenen, seçtikleri konunun derinine inmeleri değil, sadece bir fikir sahibi olmaları ve araştırma tekniklerini öğrenmeleriydi. Nitekim her birinin, tarihî empati ve çoklu görüş ekseninde objektif yorumlar yapmayı keşfetmeleri amaçlanıyordu, ve vakfın başkanı olan (benim de eserlerini ve konuşmalarını hayranlıkla takip etitğim) Prof. Dr. Mehmet Ö. Alkan da açılış konuşmasında benzer hususları dile getirdi. Zaten her bir grubun sözcüsünün yaptığı da, araştırmada karşılaştıkları zorluklar ve süreç içerisinde edindikleri tecrübeleri anlatmaktı.

Proje ve çalışmalar aslen güzel gibi görünüyordu, fakat...


Evet, işin içinde dev bir "fakat" var. Neden mi?

Konuşmaların her birinde, sözcüler, kendilerine verilen listedeki araştırma konularını, "Bu konulara okullarındaki tarih derslerinde değinilmediği için" merak edip seçtiklerini söylediler. Bu, hazin bir durumdu ve etkinliğin dikkat çekmek istediği bir noktaydı.

Şahsen ben, tarihle ilgili bildiklerimi, okuduğum okullardan öğrenmedim. Çünkü, tarih derslerinde, öğrenilecek bir şey anlatılmıyordu. Dahası, sadece ezbere dayalı öğretim metodu kullanıldığı için, hepimizin ister istemez merakı köreliyordu. Zira ezber, merakı köreltir. Bu yüzden de, ezberleyenlerde sorgulama ve hesap sorma kültürü gelişemez. Tanıdık geldi mi?

Aynı durum "milli" eğitim müfredatına maruz kalan bu gençler için de geçerliydi. Okudukları okulların birer özel okul olması, onları resmî tarihten, Milli Eğitim Bakanlığı'nın sığ ve taraflı bakış açısından kurtaramamıştı - halen de kurtaramıyor ve hiç kurtaramayacak. Bu gibi projelerle, onların, bu yaşlardan itibaren merceklerini ve meraklarını büyütmeleri arzulanıyor. Fakat...

İşte dönüp dolaşıp o "fakat"a geliyoruz yine. Nedir bu fakat?

1) Öğrenciler, bu projeyle resmî tarih derslerinde öğrenmedikleri sadece birkaç bilgiyi edindikten sonra bile, yaşıtlarından, hatta anne-babalarından bile daha fazla bilgi sahibi oldular. Bu da, nasılsa etraflarındakilerden şu anda bile daha fazla bir şeyler bildikleri duygusunu güçlendirerek, onları tembelleştirecek ve bu konuları daha fazla araştırmaya değil, bildikleri az derinlikli bilgi kırıntılarını her yerde paylaşmaya yönelecekler. Onlardan fazlasını bilen "babayiğit" sayısı az olacağı için, denk geldikleri herkesten tebrik alacak, takdir nidaları dinleyecek ve bilgi dağarcıklarından emin olup, bugün bildikleriyle yetinecekler.

Neden mi?

Çünkü, okumuyoruz. Okumadan, tarih öğrenilmez. Bu okumalar eğer bir tık uzağımızdaki Vikipedi (Türkçesini kastediyorum, İngilizcesi gayet muteber bir kaynaktır), Twitter, YouTube, Google, Facebook gibi yerlerden devşiriliyorsa (ki bu sunumların pek çoğunda böyleydi, bizzat teyit ettim), o zaman kolaycı ve ezberci metod terk edilmiş olmayacak. Ellere kitap alınmayacak, projelerdeki az sayıda kaynağın yanlız ve yanlış bıraktığı noktalar, eksiklikler giderilemeyecek.

Tarih, önce vaka, sonra mesele bilmekten geçer. Önce aynı olaylara ve aynı detaylara, sırlara vâkıf olmak gerekir. Ardından, meselenin sebepleri ve tarihçesi öğrenilmelidir. Analiz, sonra gelir. Ve en eskiden gelmeyen bir anlatım, yani kronolojisi eksik bir bakış açısı, konuyu hangi tarihten itibaren ele alacağını bilmez, bilemez.

Örnek mi? Köy Enstitülerini inceleyen projede, Tevfik İleri'nin adına rastlanmıyor, İnönü'nün Moskova ziyareti anlatılmıyor. Soruyorum, "Üzerinde çok durmadıklarını" söylüyor gençler - ki hepimiz, ikincil önemdeki sorumluluklarımızda benzer tembel bahaneler ileri sürmeyi severiz. Sonra, Kırım-Tatar Sürgünü projesinin özetinde, eski Sovyet-İslâm devletlerinin ülkemize iltica eden reislerinden ve anılarından (Sadri Maksudi Arsal gibi) faydalanılmamış; 50.000 Tatar'ın Nazilere karşı savaştığı yazılmış, ama Türkistan Lejyonu terimi kullanılmamış. Sohbet ettiğimizde, gençlerin devlet kuramından ve demografiden henüz yeterince haberdar olmadıkları için, işin sadece sürgün ve dram boyutunu benimsedikleri ve idrak ettikleri anlaşılıyor.

Başka mı? Çok Partili Hayata Geçiş projesinde, bu işin erken mi, vaktinde mi, yoksa geç mi yapıldığı sorusu ön plana çıkarılmış. Herkes, "erken" seçeneğini yeğliyor. 2. Dünya Savaşı'ndan, Yalta Konferansı'ndan ve yabancı yatırımcılar gönderecek Batı ülkelerinin, yatırımlarını güvenceye almak için ülkemize çok sesli demokrasiyi dayattıklarından bahis yok. Hatta Terakkiperver Fırka'nın açılış tarihi, İzmir Suikastı, Menemen Vakası ve İstiklâl Mahkemeleri ile ilişkisi bile yok. Varlık Vergisi konusunda (ki ciddi bir araştırma yapılmış, Meclis'in gizli celse zabıtları incelenmiş), Hitler'e yaranma ve savaşı kapımızdan uzak tutma gayesinden söz edilmemiş. Kadınların Medeni Hakları'nda, iş gücü gereksinimi hususunu zikreden yok. Sadece Fatma Aliye'leri yazmakla yetinilmiş (ki buna da şükür).

Kıbrıs Harekatı projesinin broşürlerinde, 1964-74 arasında olan olaylardan hiçbiri yer almıyor. 1964 Rum Mübadelesi projesinde, 1930 tarihli İkâmet, Ticaret ve Seyr-ü Sefain Anlaşması ve MİT'in raporları sonucunda 1964-65 yıllarında bu anlaşmanın feshi noktalarından hiç bahsedilmemiş. Çanakkale Savaşı ve Kore Savaşı projeleri başta olmak üzere, hemen her projenin broşürlerinde inanılmaz gramer hataları var. Lozan projesinde Seha Meray'ın yayınladığı zabıtlardan atıflar bulunması güzel, ama Misak-ı Milli'den bile bahsedilmiyor (ayrıca broşürdeki kronolojik sıralama yanlış). Dersim projesi de, Şeyh Said İsyanı, Bedirhan ve Barzani aşiretleri, İran, Timur, Alevilik, Nesturilik gibi pek çok kilit eksiklikler barındırıyor. 1934 Trakya Olayları ve Türkçe Konuşma Kampanyası hakkındaki ödevlere ise değinmek bile başlı başına birkaç paragraf tutar. En basitinden, Lozan'ı, Yunan ihtilâlini veya 1944 yargılanmalarını, (hatta Türkçe projesinde, Kvirgiç'i ve Güneş Dil Teorisini) bile anlatmıyorlar. 1980 Darbesi projesinin posterinde Maraş katliamı var, ama özetlerinde yok. Güneş Motel skandalından ise kimsenin haberi yok.

Bir tek 6-7 Eylül Olayları ve İstiklâl Mahkemeleri projeleri gereken çok yönlü araştırma tekniğine uygun hazırlanmış. Devletin arşivleri açılmadıkça İstiklâl Mahkemeleri konusu daha netleşemez, ama yine de 2. Büyük Millet Meclisi seçilecekken İstiklâl Mahkemeleri'nin kurulması ve Hıyanet-i Vataniye Kanunu'nun genişletilmesi hususu daha fazla ele alınabilirdi. 6-7 Eylül Olayları ödevinde, aradıklarımın çoğunu buldum.

Yani özetle, öğrenciler buradaki az derinlikli, kabataslak bilgilerle (eğer onları uyaran, teşvik eden olmazsa) yetinmeye meyilli olacaklar. Ve çarpık resmî tarih kültürüne, çarpık gayrı resmî tarih kültürü ekleyecekler. Ve bunu, okuyacakları okullar da (kuvvetle muhtemel ki) değiştiremeyecek. Evet, bu projeyle öğrencilerin merak duygusu beslendi, ama proje sonucunda bu merak giderilmedi, tam aksine, köreldi... Çünkü bu gençler, bu kadarcık araştırma sonucunda, bir şeyler bildiklerini zannederek, kulak dolgunluğundan hallice kırıntılarla yetinecekler. Gerekenleri bildiklerini, daha fazlasının gerekmediğini sanacaklar. Tehlikeli, değil mi? Yoksa, "Bu yaştakiler için bu kadarı bile gayet güzel ve yeterli, aferim!" demek çok kolay.

2) Kabahat, öğrencilerde değil. Onları bu projeye hazırlayan tarih öğretmenlerinde. Çünkü bu gençlerin herhangi bir kaynakta gördüğü ve aklına takılan soruların hiçbirine cevap verecek donanımda değiller. Öyle olsalardı, hiç değilse yukarıda saydığım anahtar sözcükleri öğrencilerine sunar ve araştırmaları çok daha teknik, pratik, sağlıklı bir temele oturturlardı. Tüm projelerdeki sorun, yönlendirme eksikliği. Öğretmenlerin tarih konusundaki yetersizlikleri, milli eğitim müfredatının yetersizlikleriyle yarışacak, yani acınacak halde. Benim dönemimden bu yana (okul özel olsa bile) değişen hiçbir şey yok.

Hazin, değil mi?

Çare ne olabilir peki?

Bu öğrencileri, aynı proje üzerinde ikinci bir yıl daha çalıştırmak. Bildiklerinin detaylarını öğrenmelerini sağlamak. Ve sene sonunda bir daha sunum yapmalarını istemek. Hatta öğrenciler isteklilerse, orta-lise 3. sınıfın sonuna kadar, üçüncü bir yıl daha geliştirmek. Böylece, acele ve dar kapsamlı işlerden kurtulur ve en ufak bir meselenin bile nasıl bir bilgi deryası kullanılarak açıklanması gerektiğini, karşılaştırmalı ve çok boyutlu okuma yapmanın güzelliğini görürler.

Tarih Vakfı'na naçizane önerim, budur.

Kitap okuma sorunu ise, yine böyle aşılabilir. 

Tüm öğrencilerin ellerine, emeklerine sağlık. Tarih Vakfı'na teşekkürler, öğretmenlere ise hicap ve eseflerimi iletirim...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder