3 Ağustos 2018 Cuma

KG'den AD'ye: Art Niyetli Yönetime Rağmen, İyi Niyetli Yıldız

New Orleans, bir blues ve jazz cenneti. Bu yüzden de, sportif etkinlikler burada gösteri amaçlı etkinliklerle bir hayli yoğun bir rekabete maruz kalıyor, ve genellikle ikinci plana atılıyor. Yani bir NBA maçı, o gün o şehirdeki en gözde etkinlikler arasında beşinci veya altıncı sırayı alabilirse, yöneticiler öpüp başına koymalı. Zira her hafta, hatta haftanın her günü, değme müzisyenlerin inanılmaz gösterileri, konserleri ve benzeri etkinlikleri gerçekleşiyor ve yerel halkın tavrı, 10001. kez bile olsa, maçı değil bu gösterileri seyretmeyi seçmekten yana. Bu yüzden, Pelicans'ın seyirci çekmekte zorlandığı ortada.



Aynı durum, Memphis gibi bir şehirde de mevcut, ama buradaki kriz New Orleans'takine yaklaşacak düzeyde değil. NBA'de kuşkusuz ki basketbola (veya diğer sporlara) elverişli New York, Chicago, Washington, Los Angeles, Miami, Philadelphia, Atlanta, Oakland gibi pek çok cazibe merkezi bulunduğu gibi, takımıyla özdeşleşen, takımını şehrin temsil öğesi halinde benimseyen Portland, Detroit, Utah tarzı camialar da var, Memphis, New Orleans, Toronto, Oklahoma City, Milwaukee, Charlotte, Denver gibi pek sevilmeyen yerler de. Tabi henüz bir NBA takımına kavuşamasa bile basketbola çok şey katabilecek Kansas, St. Louis ve Las Vegas gibi pek çok 'pazar' da mevcut. Ama muhtemelen tüm bu sayılan yerleşkelerin içerisindeki en sorunlusu, Minnesota.



Taraftarın takımına küstüğü, maç başına 17 bin seyircinin bile stada gelmediği bir yer Minnesota. Gerek iklimi, gerekse de ilginç yerel yapısı sebebiyle, Timberwolves bir Portland, bir Utah kadar fenomen olacağı yerde, tam aksine, şehir insanın tepkisini yansıtma odağına dönüşmüş durumda. Ve bu durum, 1989'dan, yani kuruluş ve lige giriş yılından beri böyle aslında. 



Bunca girizgâhı, oyunu değiştirecek kadar farklı, ezberleri bozan ve inanılmaz ölçüde yetenekli olduğuna inandığımız iki ismin kaderlerinin neden benzeştiğini daha iyi açıklayabilmek için yaptım. Yakın zamanda bu benzeştirme ile gündeme gelen bu iki isim, Kevin Garnett ile Anthony Davis. Her ikisi de, lige girer girmez pek çok açıdan ses getirdi, yankılar yarattı, en değerli oyuncular arasındaki yerini hızlıca aldı ve çok kötü yönetilen takımlarda ömürlerini (daha doğrusu, gençliklerini) tüketmeye mahkûm (bazen de, kararlı) oldu. Bence Timberwolves, lige girdiği andan itibaren bakıldığında NBA'in en kötü yönetilen takımı (ve bu kanaate, Kings'in yanı sıra, günümüzde başarıya erişen Clippers, Cavs ve Warriors gibi ekipler de dahil). Pelicans da burun farkıyla onu takip ediyor. Ve Ant-Man'in kariyerine yazık ediyor.

Gelin, bu iki ekibin karnelerini hafiften inceleyelim. Expension draft ile 1989'da NBA'e adımını atan Wolves, 1995 Draftı'na dek (haliyle) ilk yıllarını bocalayarak ve organizasyonun temellerini oturtarak geçirdi, yani bir alışma evresi yaşadı. İbre o kadar kötüydü ki, 1994'te, NBA yönetimi veto etmese, kulüp New Orleans'a taşınmak üzere el değiştirecek, yani satılacaktı (evet, New Orleans...). Bill Mussellman'ın koçluğu da, Tony Campbell'ın bu toplama takımdaki skorerliği de kimseleri etkileyemiyordu ve Minnesota deplasmanının zorlukları herkesi geriyordu (bunu ileride Vancouver da yaşayacaktı). Luc Longley ile NCAA efsanesi Christian Laettner'ın draft edilmesi ve Pooh Richardson ile Doug West gibi isimlerin çabaları da nafileydi. Ama neyse ki, 1994'teki niyetin sonu olumlu bitti ve takım Glen Taylor'a satıldı, o da genel menajerliğe Celtics efsanesi Kevin McHale'ı getirdi.

Aslına bakılırsa bu tarihten kısa bir süre evvel de organizasyon için epeyce heyecan vaat eden bir isim Wolves kadrosuna eklenmişti: Isiah Rider. Fakat Rider'ın zihinsel problemleri, bağımlılık ve disiplinsizlik sorunları, onu birkaç yıl içerisinde önce başka takıma, ardından da tarihin "kaybolup giden yıldızlar" sayfasına taşıdı. Laettner'a tahammüller kısa sürede kayboldu, takıma Chuck Person ve Tom Gugliotta gibi ilginç potansiyeller fahiş şartlarda katıldı, ama yine de tüm organizasyonun belini doğrultacak o dönüm noktası, 1995 Draftı'nda gerçekleşti.

Evet, lise mezuniyetinden sonra doğrudan NBA'e gelmek, Moses Malone, Darryl Dawkins, Shawn Kemp ve Lloyd Daniels gibi isimler haricinde pek sık rastlanan (veya istenen) bir şey değildi. Ama Garnett, McHale'ı bu riski almaya itecek kadar yetenekli ve potansiyelliydi. Ve bu kumar, Wolves'a çok şey kazandırdı. Ayrıca da Kobe Bryant, Jermaine O'Neal, Amar'e Stoudemire, Tracy McGrady ve LeBron James gibi pek çok takipçisine de yol açarak NBA'in çehresini değiştirdi (Kwame Brown vakası haricinde bu trend genel itibariyle başarılı da oldu aslında).

Ama işte, tek atımlık barut, burada tükenmişti. Person ve Gugliotta gibiler takıma uzun vadede istenen faydayı sağlayamadı, Garnett'ten sonra alınan Marbury, Szczerbiak gibi gençler bir türlü KG ile uyum sağlayamadı ve Joe Smith faciası (hani yasal sürenin başlamasından evvel bir yasağı çiğneyip kontrat görüşmesi yaptıkları için ibret-i alem olsun diye tarihî bir ceza aldıkları şu olay) sebebiyle, hem McHale ile Taylor ceza aldı, hem de Wolves, 5 yıl boyunca hiçbir ilk tur draft haklarını kullanamadı. Ve Garnett'in etrafında (biraz da mecburen, mecburiyetten) hep Trenton Haseell, Fred Hoiberg, Gary Trent, Marcus Banks, Eddie Griffin, Mark Blount, Rashard McCants, Troy Hudson, Mark Madsen gibi, adamı günahı sokacak türde isimler cirit attı.

Tabi burada Terrell Brandon ile Chauncey Billups'a ayrı bir parantez açmak, onları bu işten hariç tutmak gerekir. Brandon, herkesin ümidiydi ve çok da iyi oynuyordu. Ama, tam her şey yoluna girecekken, sakatlıklar onu bitirdi. Marbury'den sonra çöldeki vaha gibi gelen bir diğer isim, yani Billups ise, henüz kendini bu oyuna adamadığı için, Brandon'dan öğrendikleriyle gezginliğe devam etti ve tüm birikimini Pistons'la kazanacağı şampiyonluklara sakladı. Yani KG, 2003'e dek, tek başınaydı. Ama takımına hep sadık kaldı ve her şeye rağmen inatla işini en iyi şekilde yapmayı, takımına tek başına sınıf atlatmayı sürdürdü.

İşte o yıllarda, çok ilginç şeyler oldu. Bir diğer rezalet hamle, yani başarısız pivotların daniskası Michael Olowokandi'ye verilen kontratın yanı sıra, Nesterovic'in yollanması, ve nihayet takıma adam akıllı oyuncuların (iki yüzüklü dev oyun kurucu Sam Cassell ve 1 adet NBA Finali görmüş sorunlu yıldız Latrell Sprewell) katılması, 2003 ve 2004'te gerçekleşti. Ve 1997'den 2004'e dek 8 sene boyunca play-off'lara ilk turda veda eden Wolves, bu sayede 2004'te Batı Konferansı Finali oynadı, Shaq ve Kobe'li Lakers'a yenildi; fakat hem KG ligin MVP'si ödülünü kazandı, hem de geleceğe umutla bakılmaya başlandı. Garnett sabrının, sadakatinin ve iyi niyetinin meyvelerini almaya başlayacağını zannetti.

Elbette ki, bu durum uzun sürmedi. Sprewell'in "eve ekmek götüremiyorum" açıklamasıyla reddettiği yeni kontrat teklifi, onun kariyerinin sonunu da hazırladı. Cassell sakatlandı. KG yine yalnız kaldı, üstüne üstlük Wolves'dan istediği kontratı da alamadı (sanki daha iyi bir işte kullanacaklardı da o parayı) ve o kadar mutsuz hale geldi ki, en sonunda (kendi isteğiyle) 2007'de başarı için Celtics'e takaslandı. Neyse ki, aradığı ve hak ettiği şampiyonluğa orada erişebildi (hoş, sonra orada da vefasızlık gördü ama, hiç değilse en azından bir yüzüğe sahipti artık). 

Wolves'un beli ise o günden beri hiç doğrulamadı - geçtiğimiz sezona dek. Antoine Walker'dan Sebastian Telfair'e ve Ricky Davis'e nice 'bataklık' isim, Randy Foye'un yanı sıra, Stephen Curry'yi almak dururken seçilen Johnny Flynn ve Ricky Rubio gibi hayal kırıklıkları, Al Jefferson ve Kevin Martin gibi benciller, Chase Budinger, J. J. Barea, Corey Brewer, Ryan Gomes ve Gerald Green gibi yancılar, hatta Wesley Johnson, Darko Milicic, Michael Beasley ve Aleksey Shved'ler; Pekovic ve Love gibi müzmin sakatlar, bu takımın yaralarını saramadı. Flip Saunders, Dwane Casey ve Rick Adelman gibi koçlar da istenileni veremedi. Zaten bu yüzden Towns-Wiggins ikilisi heyecan uyandırdı. Ama onlar da Thibodeau gibi fikri sabit bir koça takıldılar ve ciddiyetsizlikleri Jimmy Butler'ı kaçma raddesine getirdi. Ve tabi, taraftar halen daha takıma küskün (hatta seyici çekme bakımından 11. oldukları 2004'ten bu yana ilk kez bu yıl ilk 20'ye girebildiler 30 takım arasında). Ki bu, NBA yönetiminin de tepksini çekmeyi sürdürüyor elbette.

***

Gelelim AD'ye. Şaibeli olup olmadığı halen tartışılan bir kuradan sonra, (Charlotte'tan taşınalı beri grafiği bir inip bir çıkan, Chris Paul'ü, Baron Davis'i, Jamal Mashburn'ü harcamış ve Oklahoma'ya yaptığı zorunlu ve geçici göçten sonra evine dönmüş olan) Hornets'a 2012'de 1. sıra draft hakkı denk geldi ve kasırganın yaralarını sarabilme, Paul'ün gidişinden sonra da franchise'ın temel yüzü olacak bir oyuncuyu seçebilme imkânına sahip oldular (buradaki şaibenin sebebi, Davis'in henüz draft kurası çekilmeden 1 hafta önce Hornets şapkası giymiş şekilde bir fotoğraf çektirmesinden öte geliyor).

Davis geldi, ama etrafındakilerin kalitesi birer birer düştü. Eric Gordon ve Ryan Anderson gibi müzmin sakatlar derhal başka takıma yollandı, franchise'ın ismi Pelicans olarak değişti (Hornets yine Charlotte'a döndü - takımı satın alan kişinin yine New Orleans'taki NFL takımının sahibi olması da ilginç, artık nasıl bir kâr hesabı varsa...), Ariza gibi adamlar Rashard Lewis gibi 'pilibitikov'lar için takaslandı ve Aminu'dan Robin Lopez'e kadar iyi niyetli ve faydalı kim varsa elden hızla çıkartıldı. Sanki AD'nin iyi niyetine, takıma ve şehre bağlılığına, sadakatine, egosuzluğuna ve ümitlerine nispet yapar gibi...

Öyle ki, Ajinca ve Ömer Aşık'a kontrat verilirken, biraz kendine gelen Tyreke Evans gönderildi. DeMarcus Cousins alındı, sonra gitmesine müsaade edildi (ki bence her iki oyuncu için de böylesi getir-götür hamleleri başlı başına birer hataydı). Jrue Holiday mucizevi şekilde dirilmese, play-off yüzü görecekleri de yoktu. Rondo zaten geçici görevdeki asker gibiydi, gitti. Koç seçimleri deseniz, zaten her şey içler acısı (Modern basketbola tepki olarak doğmuş Monty Williams ve Alvin Gentry'i getirdiler yahu... lütfen!). Yetmezmiş gibi, Jimmer Fredette'ler, Toney Douglas'lar, Norris Cole'lar, Lou Amundson'lar alındı (tabi ki sonra bırakıldı). Tim Frazier yoktan var oldu, derhal gönderdiler. Geriye Holiday'den başka kim kaldı? Belki bir tek, bu yaz transfer edilen Julius Randle... Düşünün hallerini... Tabi seyircinin Pelicans maçına gelmektense kültür-sanat etkinliğine gitmeyi yeğlemesi de cabası (zaten bu hiç değişmeyecek).

Yani? Al sana Minnesota Timberwolves - Kevin Garnett ilişkisinin, öyküsünün karbon kopyası. Dilerim, AD'nin (KG'ye nazaran) henüz gençken bahtı daha açık olur, sadakati bu derece zorlanmaz, sabrı sınanmaz, iyi niyeti kötüye kullanılmaz, yetenekleri ziyan olmaz, fiziği hor kullanılmaz, zihni yorulmaz ve bıkmaz. Veya sonu DeRozan gibi buruşturulup atılmak olmaz, para vs. sebebiyle hayattan soğutulmaz. Yani, Pelicans'tan bir an evvel kurtulur. Tünelin ucunda ışık yok; kıymetini bilmeyecekler ve olan, kendisine olacak. Bunu görmeli. Gençliğini kurtarmalı... 

Çünkü NBA'in geleceğine, o damga vuracak...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder